Hoşgeldin sevgili okurcuğum... Sanma ki burada ufkunu aydınlatıyorum, geleceğine ışık tutuyorum, hayata bakışını değiştiriyorum... Ben burada sadece kendi düşüncelerimi sadebir dille kalema alıyorum... Beklentilerini yüksek tutma diye söylüyorum bunu sana... Sonra uyarmadı deme... Hadi bakalım iyi eğlenceler dileyip seni yazılarımla başbaşa bırakıyorum...

22 Mayıs 2014 Perşembe

"Eleştirmeye Eleştiri"

   gördüğünüz fotoğraf Soma'da ölen 301 işçiden daha çok ses getirdi sosyal medyada. İnsanlar ağır eleştiriler ile bu fotoğrafı paylaştı, karedeki genç arkadaşlara hakaretlerde bulundu. Beni şaşırtan şey bu değildi aslında. Çünkü sanırım alıştım artık klavye herküllüğüne ve insanların birbirine tahammülsüzlüğüne.

  Beni şaşırtan nokta şu oldu: feysbukta uzun süredir takip ettiğim ve paylaşımlarını son derece akılcı, duyarlılığı yüksek ve hümanist bulduğum bir sayfanın bu fotografı paylaşıp altına yazdığı not oldu.  Yorumda sezinlediğim aşağılama ve ötekileştirmeyi bu sayfayı yakıştıramadım. Yorumlara baktığımda ise bu siteyi takip eden pek çok insanın bu genç arkadaşları "samimiyetsizlik" ile suçladıklarını, kendilerine "gerzek" "amk kızı" "asalak","aptal" gibi hakaretlerde bulunduklarını gördüm. Bu eleştirimi dile getirdiğimde benim aldığım tepki de pek farklı olmadı. Peki soruyorum: insanları sosyal duyarlılığa davet eden, insanları ötekileştirmeye karşı çıkan, sınırsız eşitlik için çaba gösteren bu sayfanın ve kullanıcıların bu tavrı ne kadar samimi?


   Burada amacım bu arkadaşları savunmak yaptıkları doğru diyip onlara arka durmak değil. Elbetteki bu yöntem benim de birşeyleri eleştirmek için başvuracağım bir yöntem değil. Ama unutulmamalı ki herkesin tepkisini dile getirme şekli farklı. Bu durumda bize düşen saygı duymaktır.  Biz saygı duymadan insanların bize saygı duymasını nasıl bekleyebiliriz? Bu davranışlarından dolayı ötekileştiren genç arkadaşlarımıza yarın başkalarını ötekileştirmemesini nasıl isteyebilirz ki? Merak ediyorum. Sorguluyorum.

                                                                                                     

22 Ocak 2014 Çarşamba

Bu Dünya Benim Renklerimi Taşıyacak Kadar Renkli Değil.

   Azerbeycan'ya yaşıyan bir LGBTT bireyin son sözleriydi bunlar. İsa Şahmarlı... Başkalarının dünyasında kendisine yer arayan aktivist bir genç. Daha yirmi yaşında. Bu yaşta yaşadı ötekileştirilme duygusunu, bu yaşta reddedildi ailesi tarafından ve ağır gelmiş olmalı ki bu yaşta terketti bu dünyayı. Gerisinde şu sözleri bırakarak:
       "Gedirem. Hamınız haqqınızı halal edin. Bu ölke, bu dünya mana göre deyil. Anama da deyarsiniz ki onu çox seviram. Hamınız ölümümda günahkarsız. Bu dünya benim renglerimi daşıyacaq qadar rengli deyil."

                                 

   Daha kaç kişi ölmeli? Daha kaç kişi hayatından vazgeçmeli? Nedir suçları? Hemcinslerini sevmek mi? Sevmek ne kadar büyük bir suç olabilir ki bu sevgisiz dünyada?


    Sen belki kendince en büyük cevabı verdin karşındakilere. Ama unutma İsa bu dünya da senin adınının unutulmaması için  mücadeleye devam edecek olan insanlar var. Herkesin eşit olduğu bir dünya için durmadan yola devam edecek insanlar var. Gözün arkada kalmasın... Mücadelen bizlere emanet...

                           






30 Ağustos 2013 Cuma

Çok Renklilikten Tek Renkliliğe...

   Bir gün 64 yaşındaki bir adam alıyor boyasını fırçasını, kendisini rahatsız eden bakımsız bir merdiveni başlıyor boyamaya... Fındıklı'dan Cihangir'e çıkan merdiveni... İki genç yardım ediyor bu adama... Dört günün sonunda o eski merdivenler gökkuşağı rengine boyanıp eşsiz bir görüntüye sahip oluyor. 64 yaşındaki Orman Mühendisi Hüseyin Çetinel'in bu davranışı halkın çok hoşuna gidiyor. O merdivenler adeta bir simgeye dönüşüyor, fotoğraf makinesini kapan yerli yabancı turistler oraya akın ediyor...




    
   Amaaa!!... Türkiye'de yaşıyorsanız illaki bir AMA'ya sahipsinizdir. Özgürsünüzdür ama devletinizin istediği kadar... Sanatçısınızdır ama başbakanın beğendiği kadar... Tonlarca ama sayılabilir bu şekilde... İşte bu işin de var bir aması... Bugün insanlar kalkıyor, bakıyorlar ki o renklerden eser kalmamış merdivenlerde... O umut dolu, emek dolu renklerin yerine belediyenin uygun gördüğü bir renk olan griye boyanmış basamaklar... Peki niye? Neydi rahatsız eden belediyeyi? Yapmaları gereken işleri halktan birinin yapması mı? Neydi karşı oldukları EMEK mi? Yoksa renklerin onlarda içlerinden asla atamadıkları HOMOFOBİyi uyandırması mıydı? Bir açıklama gelmeden yapılan bu davranışın geciken açıklaması ne zaman gelecek ne olacak çok merak ediyoruz doğrusu? Hiçe sayılan insan emeğini nasıl açıklayacaklarsa artık...
   Anlaşılan o ki renklerin çoğulculuğu, farklılığı özgür düşünceyi çağrıştırmış olmalı ki tek renkliliği ilke edinen birilerini rahatsız etmiş bu durum... Hiç vakit kaybetmeden sıvamışlar kollarını...
                                                                                                   



23 Nisan 2013 Salı

Olmayan Çocukların Bayramı

   Bugün 23 Nisan... Ulusal egemenlik ve çocuk bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Cinsel tacizlere maruz kalan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Aç uyuyan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Sokaklarda mendil satmaya zorlanan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Ailesinden şiddet gören çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Küçük yaşta evlendirilen kızların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Cinsel baskılara, cinsiyet ayrımına maruz kalan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Bu yaşta ırkçılıkla tanışan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Savaşlarda öksüz yetim kalan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Savaşlarda ölen çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Fakirlikle boğuşan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Çocukluğunu yaşayamamış çocukların bayramı...

   Biz yapamadık. Size güzel günler, büyük umutlar mutlu yarınlar hediye edemedik çocuk. Siz yapın. Mücadele edin, direnin. Yarınlarınız için savaşmaktan korkmayın. Doğru bildiklerinizden asla vazgeçmeyin. Ve bizim gibi yarın çocukların karşısında bu bayramlar yüzünüzü yere eğmeyin. Onlara güzel bir hayat sunmanın onuru ile onların yanında durun... Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun...

                                                                                               


3 Nisan 2013 Çarşamba

Diyalog/2

   Elindeki kadehi yavaşça masaya bıraktı. Sanki korkuyordu masayı incitmekten... Gözlerini kaçırarak başladı lafa:
     - Beni unutacaksın.
     + Unutmam...
     - Devam edebilmek için unutacaksın. Unutmasan da unuttuğunu sanacaksın.
     + Unutamam. Her şey seni hatırlamak için el ele verecek. Yatağıma uzandığım da seni hatırlatacak yatak bana.
     - Başkalarıyla yatacaksın o yatakta.
     + En sevdiğin yemeği yerken sen geleceksin aklıma...
     - Yemeyeceksin artık o yemeği. Yapmak bile gelmeyecek içinden. Belki hayatında ilk kez yemek ayırır olacaksın.
     + Birlikte dinlediğimiz şarkılarda seni düşünüp ağlayacam.
     - Başka hobiler edineceksin kendine. Artık şarkılar iyi gelmeyecek sana.

   Konuşurken hiç bana bakmıyordu. Masada bizden başka biri olsa benle konuşmadığını düşünürdüm. Hafifçe eğildim ona doğru beni görmesini istercesine.

     + Bu adil mi? Senden vazgeçmek için her şeyden vaz mı geçmeliyim?
     - Kolay değil, çok zor. Çok zorlanacaksın. Çok ağlayacaksın. Kızacaksın bana. Sonra özleyeceksin. Anılar silinene kadar nefret edeceksin benden. Ama her şeyi unuttuğunda senin için belki güzel bir anı bile olabilirim.

   Karşımızda duran aynadan baktım bize. İlk kez uzaktık bu kadar birbirimize. İçim acıdı halim. İçkimden bir yudum daha aldım. Sessizdim. Kaldırdı kafasını baktı bana. Gözleri gözlerime dokunuyordu. Ortamdaki sigara dumanından mı yoksa çektiği acıdan mı gözlerinin kızarıklığı. Eğdi tekrar başını devam etti:

     - Ben gidince tekrar sigaraya başlama.. Biliyorsun bıraktırmak için çok uğraştım.
     + Siktir et şimdi sigarayı.

   Belki Bu gece ilk defa gülümsedi. Saatine baktı. kaldırdı kafasını:

     - Saat 12'ye yaklaşıyor. Artık ben gideyim.
     + Niye? Kabağa mı dönüşeceksin?
     - Birazdan yeni bir gün başlayacak. Bu yeni gün, senin yeni hayatının ilk günü...

Yavaşça kalktı masadan. Gitmek istemiyor gibiydi. Kadehinde kalan son yudumu da aldı.

     + Sarılmayacak mısın son bir kez?

   O tatlı gülümsemesiyle bir kez daha baktı bana. Ben yokmuşum gibi yavaşça çıktı bardan. Saatlerce baktım kapıya. Belki döner geri diye. Ama dönmedi...

   Şimdi aradan yıllar geçti. Ben yine aynı bardayım. Zaman sanki onu haklı çıkarmak için elinden geleni yapmıştı. Önce kızdım ona. Sonra özledim, çok ağladım. Nefret ettim. Ama şimdi, o barda başka biriyle oturuyorum ve aklıma o geldikçe tebessüm ediyorum. Artık o benim en güzel anım olmuştu. Onu hatırlıyorum ama en sevdiği rengi unutmuşum mesela. Gözlerinin rengini hatırlıyorum ama bana bakışı canlanmıyor zihnimde. Onun hep haklı çıkmasından nefret ediyorum...

                                       
                                                                                               

24 Mart 2013 Pazar

Üç Film Birden/2

   Bir "Üç film birden" paylaşımı ile yine karşınızdayım. Eski yazılarımı okuyanlar bilir; izlediğim filmlerden üçünü seçer size tavsiye ederim. Son zamanlarda çok film izleme şansım olmadığı için yazının ikinci serisi biraz gecikti. Neyse lafı uzatmadan filmlere geçeyim artık:


                                                               LAL GECE 


   Çocuk gelinler... Türkiye'nin yıllardır kanayan ama çözüm konusunda hiç bir uygulamaya geçilmeyen yarası... "Lal Gece" filmi de bir çocuk gelin hikayesi. Bir oda, ergenliğe yeni girmiş bir gelin ve yıllarca hapis yatmış ellili yaşlarında bir damat... Uzun bir gece... Bu film çocuk gelinlerin gerdek gecesini tüm acımasızlığıyla yüzümüze çarpıyor adeta. Damat gerdek odasında çocuk gelinin korkusuyla, sorularıyla ve çocukça oyunlarıyla başa çıkmaya çalışırken, bir taraftan da kendisi ve töreleriyle yüzleşiyor. Yani film, olayı sadece gelinin gözünden ele almak yerine, hem gelin hem de damadın gözünden ele alıyor ki bu da filmi ayrı güzel kılıyor. Tek bir mekanda ve sadece ikili diyaloglarla ilerleyen film ise benzerlerinin aksine hiç sıkmadan anlatılıyor. Oyuncularında etkisiyle karakterlerin duyguları ise direk izleyiciye aktarılıyor. Reis Çelik'in gerçekleri gözler önüne serme konusundaki bu çabasını desteklemek amacıyla bence bu film kesinlikle izlenmeli...  

THE MUDGE BOY


   Film; taşra yaşayan, kısa bir zaman önce annesini kaybetmiş bir gencin cinsel kimliğini keşfetme aşamasında  babasıyla ve çevresiyle yaşadığı problemleri anlatan güzel bir dram filmi. Filmde aslında iki karakter öne çıkıyor. Cinsel kimliğini kabullenmiş bir birey ve cinsel kimliğini reddeden bir birey... Bu iki kişinin kurmuş olduğu ilişki...Seviyorum bu tarzdaki "hafif dram" filmlerini. "hafif dram" diyorum çünkü film gözlerinizi yaşartmıyor ama içinize işlemeyi başarıyor. Dram filmlerini sevip de ağlamayı sevmiyorsanız bu filmi izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim...

Into The Wild


   Bilen bilir... Bu filmin ben de her zaman yeri ayrıdır. Kaç sefer izledim bu filmi bilmiyorum. Ama her izlediğimde hayranlığım daha da arttı. Bilmiyorum belki de kimsenin cesaret edemediği ama aklının bir köşesinde hayalini kurduğu hayatı yansıttığı içindir bu hayranlık. Severim gerçek hikayelerden esinlenilen filmleri. Bu film de yaşanmış bir olaydan esinlenerek çekilmiş. Filmde üniversiteden yeni mezun olmuş bir gencin, bütün sorumlulukları geride bırakarak Alaska'da doğa ile içiçe yaşamak için çıktığı yolda başından geçenler anlatılıyor. Tanıştığı insanlar, yaşadığı maceralar vs... Hepsine değiniliyor filmde. Film biraz uzun. Çevremde izleyenlerin pek çoğu da sıkıcı buluyor işlenişi. Ama ben onların tam aksini düşünüyorum. Bence film gerçekten izlenesi bir film. Vaktiniz de bolsa bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum...

                                                                                                                Yavuz Okumuş

  

16 Mart 2013 Cumartesi

Sevmek Çok Güzel Ama...


  Duvarlar bu gece sanki meydan okuyorlar bana... Üzerime üzerime geliyorlar bu karanlık odada... Kapılar kapalı hep bana. Ne kimseyi alabiliyorum içiri ne de kendim çıkıp gidebiliyorum. Sesler... Sesler duyuyorum... Ayak sesleri, konuşmalar, gülüşmeler, ağlamalar, hıçkırıklar... Bu odanın dışında akıyordu hayat. Bu odanın dışında yaşıyordu insanlar... Benden ve herşeyden habersiz...
 
  Tam merkezindeyim karanlığın. Ellerimle dokunabiliyorum bazen ona.  Korkutuyor karanlık beni. Ama ne ay'ı istiyorum, ne de yıldızları... Sen aydınlat karanlığımı ışığınla. Sadece seni istiyorum.
 
   Ben sadece izledim hayatımın bu noktaya gelişini. Sadece izledim beni sana mahkum edişini. Hiç birşey yapmadım herşeyim olurken sen. Hiç birşey yapmadım herşeyimi alıp götürürken sen. Ben sadece izledim...

   İşte şimdi yalnızım bu odada. Dışarıda ne varsa boş. Sensiz herşey yarım. Sensiz herşey eksik. Sensiz her yer karanlık. Sensiz hayat yok!

   Bekliyorum... Beklemek çok zor! Özlüyorum... Özlemek çok zor! Susuyorum... Susmak çok zor! Seviyorum... Sevmek çok güzel  ama yokluğun çok zor!

                                                                                                   Yavuz Okumuş