Hoşgeldin sevgili okurcuğum... Sanma ki burada ufkunu aydınlatıyorum, geleceğine ışık tutuyorum, hayata bakışını değiştiriyorum... Ben burada sadece kendi düşüncelerimi sadebir dille kalema alıyorum... Beklentilerini yüksek tutma diye söylüyorum bunu sana... Sonra uyarmadı deme... Hadi bakalım iyi eğlenceler dileyip seni yazılarımla başbaşa bırakıyorum...

30 Ağustos 2013 Cuma

Çok Renklilikten Tek Renkliliğe...

   Bir gün 64 yaşındaki bir adam alıyor boyasını fırçasını, kendisini rahatsız eden bakımsız bir merdiveni başlıyor boyamaya... Fındıklı'dan Cihangir'e çıkan merdiveni... İki genç yardım ediyor bu adama... Dört günün sonunda o eski merdivenler gökkuşağı rengine boyanıp eşsiz bir görüntüye sahip oluyor. 64 yaşındaki Orman Mühendisi Hüseyin Çetinel'in bu davranışı halkın çok hoşuna gidiyor. O merdivenler adeta bir simgeye dönüşüyor, fotoğraf makinesini kapan yerli yabancı turistler oraya akın ediyor...




    
   Amaaa!!... Türkiye'de yaşıyorsanız illaki bir AMA'ya sahipsinizdir. Özgürsünüzdür ama devletinizin istediği kadar... Sanatçısınızdır ama başbakanın beğendiği kadar... Tonlarca ama sayılabilir bu şekilde... İşte bu işin de var bir aması... Bugün insanlar kalkıyor, bakıyorlar ki o renklerden eser kalmamış merdivenlerde... O umut dolu, emek dolu renklerin yerine belediyenin uygun gördüğü bir renk olan griye boyanmış basamaklar... Peki niye? Neydi rahatsız eden belediyeyi? Yapmaları gereken işleri halktan birinin yapması mı? Neydi karşı oldukları EMEK mi? Yoksa renklerin onlarda içlerinden asla atamadıkları HOMOFOBİyi uyandırması mıydı? Bir açıklama gelmeden yapılan bu davranışın geciken açıklaması ne zaman gelecek ne olacak çok merak ediyoruz doğrusu? Hiçe sayılan insan emeğini nasıl açıklayacaklarsa artık...
   Anlaşılan o ki renklerin çoğulculuğu, farklılığı özgür düşünceyi çağrıştırmış olmalı ki tek renkliliği ilke edinen birilerini rahatsız etmiş bu durum... Hiç vakit kaybetmeden sıvamışlar kollarını...
                                                                                                   



23 Nisan 2013 Salı

Olmayan Çocukların Bayramı

   Bugün 23 Nisan... Ulusal egemenlik ve çocuk bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Cinsel tacizlere maruz kalan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Aç uyuyan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Sokaklarda mendil satmaya zorlanan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Ailesinden şiddet gören çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Küçük yaşta evlendirilen kızların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Cinsel baskılara, cinsiyet ayrımına maruz kalan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Bu yaşta ırkçılıkla tanışan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Savaşlarda öksüz yetim kalan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Savaşlarda ölen çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Fakirlikle boğuşan çocukların bayramı...
   Bugün 23 Nisan... Çocukluğunu yaşayamamış çocukların bayramı...

   Biz yapamadık. Size güzel günler, büyük umutlar mutlu yarınlar hediye edemedik çocuk. Siz yapın. Mücadele edin, direnin. Yarınlarınız için savaşmaktan korkmayın. Doğru bildiklerinizden asla vazgeçmeyin. Ve bizim gibi yarın çocukların karşısında bu bayramlar yüzünüzü yere eğmeyin. Onlara güzel bir hayat sunmanın onuru ile onların yanında durun... Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun...

                                                                                               


3 Nisan 2013 Çarşamba

Diyalog/2

   Elindeki kadehi yavaşça masaya bıraktı. Sanki korkuyordu masayı incitmekten... Gözlerini kaçırarak başladı lafa:
     - Beni unutacaksın.
     + Unutmam...
     - Devam edebilmek için unutacaksın. Unutmasan da unuttuğunu sanacaksın.
     + Unutamam. Her şey seni hatırlamak için el ele verecek. Yatağıma uzandığım da seni hatırlatacak yatak bana.
     - Başkalarıyla yatacaksın o yatakta.
     + En sevdiğin yemeği yerken sen geleceksin aklıma...
     - Yemeyeceksin artık o yemeği. Yapmak bile gelmeyecek içinden. Belki hayatında ilk kez yemek ayırır olacaksın.
     + Birlikte dinlediğimiz şarkılarda seni düşünüp ağlayacam.
     - Başka hobiler edineceksin kendine. Artık şarkılar iyi gelmeyecek sana.

   Konuşurken hiç bana bakmıyordu. Masada bizden başka biri olsa benle konuşmadığını düşünürdüm. Hafifçe eğildim ona doğru beni görmesini istercesine.

     + Bu adil mi? Senden vazgeçmek için her şeyden vaz mı geçmeliyim?
     - Kolay değil, çok zor. Çok zorlanacaksın. Çok ağlayacaksın. Kızacaksın bana. Sonra özleyeceksin. Anılar silinene kadar nefret edeceksin benden. Ama her şeyi unuttuğunda senin için belki güzel bir anı bile olabilirim.

   Karşımızda duran aynadan baktım bize. İlk kez uzaktık bu kadar birbirimize. İçim acıdı halim. İçkimden bir yudum daha aldım. Sessizdim. Kaldırdı kafasını baktı bana. Gözleri gözlerime dokunuyordu. Ortamdaki sigara dumanından mı yoksa çektiği acıdan mı gözlerinin kızarıklığı. Eğdi tekrar başını devam etti:

     - Ben gidince tekrar sigaraya başlama.. Biliyorsun bıraktırmak için çok uğraştım.
     + Siktir et şimdi sigarayı.

   Belki Bu gece ilk defa gülümsedi. Saatine baktı. kaldırdı kafasını:

     - Saat 12'ye yaklaşıyor. Artık ben gideyim.
     + Niye? Kabağa mı dönüşeceksin?
     - Birazdan yeni bir gün başlayacak. Bu yeni gün, senin yeni hayatının ilk günü...

Yavaşça kalktı masadan. Gitmek istemiyor gibiydi. Kadehinde kalan son yudumu da aldı.

     + Sarılmayacak mısın son bir kez?

   O tatlı gülümsemesiyle bir kez daha baktı bana. Ben yokmuşum gibi yavaşça çıktı bardan. Saatlerce baktım kapıya. Belki döner geri diye. Ama dönmedi...

   Şimdi aradan yıllar geçti. Ben yine aynı bardayım. Zaman sanki onu haklı çıkarmak için elinden geleni yapmıştı. Önce kızdım ona. Sonra özledim, çok ağladım. Nefret ettim. Ama şimdi, o barda başka biriyle oturuyorum ve aklıma o geldikçe tebessüm ediyorum. Artık o benim en güzel anım olmuştu. Onu hatırlıyorum ama en sevdiği rengi unutmuşum mesela. Gözlerinin rengini hatırlıyorum ama bana bakışı canlanmıyor zihnimde. Onun hep haklı çıkmasından nefret ediyorum...

                                       
                                                                                               

24 Mart 2013 Pazar

Üç Film Birden/2

   Bir "Üç film birden" paylaşımı ile yine karşınızdayım. Eski yazılarımı okuyanlar bilir; izlediğim filmlerden üçünü seçer size tavsiye ederim. Son zamanlarda çok film izleme şansım olmadığı için yazının ikinci serisi biraz gecikti. Neyse lafı uzatmadan filmlere geçeyim artık:


                                                               LAL GECE 


   Çocuk gelinler... Türkiye'nin yıllardır kanayan ama çözüm konusunda hiç bir uygulamaya geçilmeyen yarası... "Lal Gece" filmi de bir çocuk gelin hikayesi. Bir oda, ergenliğe yeni girmiş bir gelin ve yıllarca hapis yatmış ellili yaşlarında bir damat... Uzun bir gece... Bu film çocuk gelinlerin gerdek gecesini tüm acımasızlığıyla yüzümüze çarpıyor adeta. Damat gerdek odasında çocuk gelinin korkusuyla, sorularıyla ve çocukça oyunlarıyla başa çıkmaya çalışırken, bir taraftan da kendisi ve töreleriyle yüzleşiyor. Yani film, olayı sadece gelinin gözünden ele almak yerine, hem gelin hem de damadın gözünden ele alıyor ki bu da filmi ayrı güzel kılıyor. Tek bir mekanda ve sadece ikili diyaloglarla ilerleyen film ise benzerlerinin aksine hiç sıkmadan anlatılıyor. Oyuncularında etkisiyle karakterlerin duyguları ise direk izleyiciye aktarılıyor. Reis Çelik'in gerçekleri gözler önüne serme konusundaki bu çabasını desteklemek amacıyla bence bu film kesinlikle izlenmeli...  

THE MUDGE BOY


   Film; taşra yaşayan, kısa bir zaman önce annesini kaybetmiş bir gencin cinsel kimliğini keşfetme aşamasında  babasıyla ve çevresiyle yaşadığı problemleri anlatan güzel bir dram filmi. Filmde aslında iki karakter öne çıkıyor. Cinsel kimliğini kabullenmiş bir birey ve cinsel kimliğini reddeden bir birey... Bu iki kişinin kurmuş olduğu ilişki...Seviyorum bu tarzdaki "hafif dram" filmlerini. "hafif dram" diyorum çünkü film gözlerinizi yaşartmıyor ama içinize işlemeyi başarıyor. Dram filmlerini sevip de ağlamayı sevmiyorsanız bu filmi izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim...

Into The Wild


   Bilen bilir... Bu filmin ben de her zaman yeri ayrıdır. Kaç sefer izledim bu filmi bilmiyorum. Ama her izlediğimde hayranlığım daha da arttı. Bilmiyorum belki de kimsenin cesaret edemediği ama aklının bir köşesinde hayalini kurduğu hayatı yansıttığı içindir bu hayranlık. Severim gerçek hikayelerden esinlenilen filmleri. Bu film de yaşanmış bir olaydan esinlenerek çekilmiş. Filmde üniversiteden yeni mezun olmuş bir gencin, bütün sorumlulukları geride bırakarak Alaska'da doğa ile içiçe yaşamak için çıktığı yolda başından geçenler anlatılıyor. Tanıştığı insanlar, yaşadığı maceralar vs... Hepsine değiniliyor filmde. Film biraz uzun. Çevremde izleyenlerin pek çoğu da sıkıcı buluyor işlenişi. Ama ben onların tam aksini düşünüyorum. Bence film gerçekten izlenesi bir film. Vaktiniz de bolsa bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum...

                                                                                                                Yavuz Okumuş

  

16 Mart 2013 Cumartesi

Sevmek Çok Güzel Ama...


  Duvarlar bu gece sanki meydan okuyorlar bana... Üzerime üzerime geliyorlar bu karanlık odada... Kapılar kapalı hep bana. Ne kimseyi alabiliyorum içiri ne de kendim çıkıp gidebiliyorum. Sesler... Sesler duyuyorum... Ayak sesleri, konuşmalar, gülüşmeler, ağlamalar, hıçkırıklar... Bu odanın dışında akıyordu hayat. Bu odanın dışında yaşıyordu insanlar... Benden ve herşeyden habersiz...
 
  Tam merkezindeyim karanlığın. Ellerimle dokunabiliyorum bazen ona.  Korkutuyor karanlık beni. Ama ne ay'ı istiyorum, ne de yıldızları... Sen aydınlat karanlığımı ışığınla. Sadece seni istiyorum.
 
   Ben sadece izledim hayatımın bu noktaya gelişini. Sadece izledim beni sana mahkum edişini. Hiç birşey yapmadım herşeyim olurken sen. Hiç birşey yapmadım herşeyimi alıp götürürken sen. Ben sadece izledim...

   İşte şimdi yalnızım bu odada. Dışarıda ne varsa boş. Sensiz herşey yarım. Sensiz herşey eksik. Sensiz her yer karanlık. Sensiz hayat yok!

   Bekliyorum... Beklemek çok zor! Özlüyorum... Özlemek çok zor! Susuyorum... Susmak çok zor! Seviyorum... Sevmek çok güzel  ama yokluğun çok zor!

                                                                                                   Yavuz Okumuş
 

15 Mart 2013 Cuma

Sokaklarda Mutluluk Vardı...

   Çocukluğum sokaklarda geçti benim. Daracık sokaklarda koşa oynaya büyüdüm ben. Eve gittiğim de azar işitirdim annemden, üstümü başımı bu kadar kirlettiğim için. Sık sık küserdim anneme, gece sokağa çıkmaya izin vermediği için. En büyük oyun alanıydı bizim için sokaklar...

   Benim çocukluğumda en önemli şeydi bir topa sahip olmak. Ne kadar çok tason varsa o kadar iyiydi mesela. Ya da bilye başında kavgalar ederdik çoğu zaman. Bilgisayara hapis değildi hiç bir çocuk o dönemde, kurstan kursa koşmaz, geleceği için bugününü harcamazdı kimse.

   Saklambaç vardı mesela. Bulunması en zor yerler için kavgalar ederdik. Çanak Çömlek patlatabilmek için üstlerimizi değiştirirdik çocuğu zaman. Hatta bazen bir ebeyi dikerdik, çarşıya gezmeye giderdik. O zaman böyle telefonlar da yok cebimizde, ebe bizi köşe bucak arar sıkılınca evine girerdi.

   Pahalı oyuncaklar kimseyi cezbetmezdi. Çakıl taşlarıyla beş taş oynanır, çamurdan pastalar yapılırdı. büyük taşlardan kaleler kurulur, gazoz kapaklarından tekerlek yapılırdı. Kimse cafelere gitmezdi, komşuların hazırladığı salçalı ekmek en lezzetli yiyecekti o zamanlar.
 
   Kimse bilgisayar modeli ya da oyunlarda bilmem kaçıncı level olduğu ile övünmezdi, sokaklarda ayağında kaç kere top sektirebildiğin daha önemliydi. Sınavlarda en yüksek notu almak yerine, tenefüslerde bahçeye ilk çıkan olmak için yarışmak daha heyecanlıydı bizim için.

   Şimdi bakıyorum da ne kadar özlemişim o günleri... Ne çok şey öğrenmişim o günlerde... Ve ne kadar mutluymuşum o sokaklarda... Bugünün çocukları uzak sokaklardan. Kim bilir belki bizden daha şanslılar bu kadar imkanlara sahip oldukları için... Ama bilmiyorum bizim kadar mutlular mı?


                                                                                                        Yavuz Okumuş

13 Mart 2013 Çarşamba

Çocuk...


Öykü karakteri gibi bir adam... Öyle ki girişi de gelişmesi de sonucu da umut dolu, yarın kokulu... Öyle bir karakter ki gelmiş geçmiş en güzel konuların hep en ilki, hep en hakikatlisi... Yarınların sevdalandığı Çocuk... Yarınlara sevdalanmış Çocuk... Yarınlardaki umudun sevinç gözyaşları olansın sen Çocuk...
İnsanların ötekileştirilerek anlatıldığı, yargılandığı , hor görüldüğü bir dünyada insanlığıyla var olan  sayılı isimlerden birisi... Sanattan anlamayan bir millet olarak ve keza insanlığı da sayılara düşüren bir toplum olarak sen bu topluma fazlasın be Çocuk...

Öyle ki insanlık kendini bilmezlerin eline düşmüş... Öyle ki kendisini bile bilmeyenlerin ayaklarının  altlarında ezilir olmuş...  Ayaklar ki biçare... Sen böylelerine çok fazlasın... Biliyorum aslında yapacak pek bir şey yok ya da varsa da pek gözle görülür değil. Ama biliyorum ki senin umutların var ve benimde öyle... Biliyorum ki bir gün herkesinde olacak... Çünkü evvela  şunu biliyorum ki ben ; umut var ise her şeyin var demektir. Ama umut yoksa hiçbir şeyin yok! Hiçbir zaman olmamak gibi... Hani koca bir boşluk gibi... Ne varsın ne yoksun... Ne varlığını biliyorsun ne de yokluğunu... Hiçlik ama hiç olamamak arası bir şey... Belkide şey bile olamamak işte... Fazlasın Çocuk, fazla... Öyle az ki bu millet, sen fazlasın işte... Yarınlarda ol sen çocuk... En yarınlarda, en görülesi ışıklarda hep sen ol..

Kurulası bir düşsün sen Çocuk... Umuda giden bir yol... İnsanlığı hatırlatan bir giz... Görülesi bir yarın belkide... Dilerim bir gün seni anlamak bu kadar anlamsızlar için zor olmaz... Dilerim bir gün sen sensizliği düşünüp üzülenler arasında hapsolur kalırsın... Şarkılarınla düşüncelerinle tarzınla ve bir çoğunun anlamadığı düşüncelerinle en güzel an'larda ol... Seviliyorsun sen Çocuk... Seviliyorsun sen, Cem ADRİAN...
     

                                                                                                          ŞEHNAZ TEKİN

"Yazısı için Şehnaz Tekin'e teşekkür ederim... Yüreğine, kalemine sağlık Şehnaz..." (Yavuz Okumuş)






4 Mart 2013 Pazartesi

Kadına Karşı Erkek Terörü

   Türkiye'nin terörden daha büyük sorunu var ki o da: Erkek Terörü! Her gün eşi tarafından öldürülen kadın sayısı, şehit verdiğimiz asker sayısını geçti neredeyse. Peki biz Türkiye olarak bu gerçekle yüzleşiyor muyuz?

   Kadın Dayanışma Vakfı'nın yaptığı araştırmalara göre; Türkiye'de her 100 kadından 97si en az bir kere şiddet görüyor, en az %20si de silah, bıçak gibi aletlerle şiddete maruz kalıyor.

  Peki Türkiye bu konuda ne yapıyor? Türkiye'de Sosyal Hizmetler Kurumuna bağlı sadece 7(YEDİ) kadın konuk evi bulunuyor. Kadınların da bu kurumlara sığınması oldukça zorlaştırılıyor, evrakların ve işlemlerin tamamlanması haftaları bulabiliyor. Sivil Savunma Kuruluşların kadın sığınma evleri açması ise pek çok prosedür nedeniyle zorlaştırılıyor. Yeterli bulunmayan maddi destek sebebiyle de pek çok kadın sığınma evi kapatılıyor.

   Kadınlar bu konuda mücadele göstermeye çalışıyor. Peki erkekler? Erkekler kadınları yine bu konuda yalnız bırakıyor. Oysa bence bir erkeğin kadın hakları için kadınlardan daha çok mücadele etmesi gerekiyor. Erkeklik kadınları dövmekle mi yoksa, annesini, kız kardeşini, kızını erkek teröründen korumakla mı olur? Tartışılması gereken konu bu sanırım. Bence bu mücadelede en büyük rol erkeklere düşüyor. En azından bunu 9 ay karnında taşıyıp, yemeyi, içmeyi, yürümeyi, sevmeyi kendisine öğreten annelerine borçlular.

   Bir kadın şiddet görüyor çocuklarının önünde. Ailesine sığınıyor "kocandır affet" deyip geri gönderiliyor. Polise sığınıyor "kocandır affet. aile içinde olur bunlar." deyip geri gönderiliyor. Sonra bir gün manşetlerde görüyoruz o kadını. Kocası tarafından 8 kez bıçaklanarak öldürüldü. Herkes kocayı kınıyor, kızıyor ona. Ama kimse kendisinin işlediği suçu görmek istemiyor. Oysa ki "Bir suça göz yummak, ona ortak olmaktır."

   Lafı fazla uzatmak istemiyorum. Uzatmayı da sevmiyorum zaten. Ama artık bazı şeylere göz yummaktan vazgeçmeli Türkiye halkı. Artık kadına şiddete karşı herkes elini taşın altına koymalı. Erkeğiyle kadınıyla herkes...

 


                                                                                    Yavuz Okumuş

27 Şubat 2013 Çarşamba

Hikaye: "Vazgeçiyorum..."

   Yine aynı yerdeyim. Karanlık sarmış etrafımı. Hatırlar mısın bilmem? Çok korkardım karanlıktan. Gülerdin o hallerime. Bak şimdi karanlığın merkezindeyim, yendim korkumu. Görsen gurur duyar mısın benimle?

   Bir ses duyuyorum gecenin sessizliğinde. İçimi telaş sarıyor. Heyecanlanıyorum. Tenha yolun sessizliğini bozarak geçip gidiyor araçlar önümden. Belki diyorum onlarda birine sürüyordur araçlarını, her biri sevgilinin yolunda belki.

   Soğuk kendini hissettirmeye başlıyor. Ellerimi ovuşturuyorum önce. Yetmiyor. Doğrulup oturduğum banktan, küçük adımlarla dolanıyorum. Uzaklaşmadan o banktan. Önce adımlarının sesini duyuyorum Ahmet Abinin. Yine her gece olduğu gibi elinde bir bardak çayla geliyor yanıma. Sen tanımazsın Ahmet Abi'yi. Acıyan gözlerle bakıyor bana. Bilmiyorum belki de gerçekten üzülüyor bana. "devam mı" diyor. Kafamı sallayarak onaylıyorum sorusunu. Tekrar geri dönüyor nöbetine.

   Yalnızca düşünüyorum. Geldiğinde sana kuracağım cümleleri toparlamaya çalışıyorum kafamda. Ne yapacağım diye kendi kendime soruyorum. Düşüncelerime ara vermeden bir sigara yakıyorum. Sonra aklıma geliyor. Sen nefret edersin sigara kokusundan. Gökyüzüne bakıyorum. Yine aynı yıldızlar. Defalarca saydım onları... Her birine isim verdim, hepsinin ismi aynı, hepsinin ismi "Sen"...



   Saatler ilerliyor. Etrafımı saran karamsarlık içimi ürpertiyor. Kafamı kaldırıp etrafıma son bir kez bakıyorum. Aynı boş yollar, ışığı sönük evler, park edilmiş arabalar ve şehrin üzerine çökmüş sessizlik. Yine her zaman ki son. Sen yoksun. Sen eksiksin.

  Yavaş yavaş uzaklaşıyorum beni bırakıp gittiğin o banktan. Her gecekinden farklı bu sefer gidişim... Bu sefer tekrar tekrar dönüp bakmıyorum arkama "belki tam ben giderken sen gelirsin" diye düşünmüyorum bu sefer. Bu sefer üzerime çöken karamsarlık öldürüyor içimdeki umutlarımı. Ve vazgeçiyorum sevgilim seni beklemekten... Vazgeçiyorum senden... Vazgeçiyorum bizden.

                                                                                                     Yavuz Okumuş