Hoşgeldin sevgili okurcuğum... Sanma ki burada ufkunu aydınlatıyorum, geleceğine ışık tutuyorum, hayata bakışını değiştiriyorum... Ben burada sadece kendi düşüncelerimi sadebir dille kalema alıyorum... Beklentilerini yüksek tutma diye söylüyorum bunu sana... Sonra uyarmadı deme... Hadi bakalım iyi eğlenceler dileyip seni yazılarımla başbaşa bırakıyorum...

7 Kasım 2012 Çarşamba

İyi ki Doğdun KAZIM KOYUNCU


   "İşte gidiyorum, bir şey demeden, arkamı dönmeden, şikayet etmeden...hiç bir şey almadan, bir şey vermeden, yol ayrılmış görmeden gidiyorum..."

   Evet gittin ama dediğin gibi "bir şey demeden" değil, şarkılarınla çok şey diyerek gittin. Arkanı dönmedin, şikayet etmedin belki ama çok şey verip, çok şey alarak gittin... 

   Hakkında çok şey söylenebilir senin, uzun uzun yazılar yazılabilir, belgesellerin çekilebilir ama ben kısacık bir şey söyleyeyim senin için... " Sen ne güzel adamsın Kazım Koyuncu! İyi ki doğdun, yaşadın.Doğum günün kutlu olsun!"

   Seni anlatmaya benim kelimelerim, gücüm yetmez şair ceketli çocuk... Seni senin cümlelerinle anlatmak en doğrusu...

   "Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalarına, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tün güzel yüzlü çocuklara, donkişotlara, ateş hırsızlarına, ernesto "che" guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler Dünya..." 
           Kazım Koyuncu...

   " Kürdüm dedim, hadi lan bölücü dediler. Lazım dedim, hadi lan devşirme rum dediler. Çerkezim dedim, hain ethem in torunları dediler. Aleviyim dedim, dinsiz kızılbaşlar dediler. Yezidiyim dedim, yezidin pis soyu dediler. Arabım dedim, pis yobazlar dediler. Ben dedikçe onlar da bir şeyler dedi. İnsanım diyecektim ama insanlığa ait her şeyi yok ettiler.
           Kazım Koyuncu...


                                                                           YAVUZ OKUMUŞ
                                                                       

21 Ekim 2012 Pazar

3 Klip Birden...

   Oğuzhan Uğur, farklı tarzı ve eğlenceli klipleri ile şimdiden gönlümde ayrı bir yere yerleşti. Hatta öyle ki, ilk "3 klip birden" paylaşımımın üçünü de ona ayırmış bulunmaktayım...

10 Ekim 2012 Çarşamba

Hikaye: " Ne şimdi gel, Ne de bir gün git "


    Sigaramı söndürdükten sonra son yudumumu da aldım biramdan. Şişeyi oturduğum koltuğun sağ yanına bıraktım diğer boş şişelerin yanına. Yeni bir sigara yakmak için ayaklarımı uzattığım sehpaya doğru eğildim. Paketin boş olduğunu fark ettim. Hayatta beni iki şey çok kızdırırdı. Birincisi bu saatte biten sigara, ikincisi sevişirken çok gürültü yapan yan komşum. Geriye yaslandım, gözlerimi kapadım. Uyumam için illa yatağımda olmam gerekmiyordu. Her an, her yerde uyuyabilirdim. Tam dalmak üzereydim ki kapının zili ile irkildim. Çok şaşırmıştım. Uzun zaman olmuştu kapım çalmayalı. Nasıl çaldığını bile unutmuştum. Kapıcı dahi uğramazdı bana. Tekrar kapadım gözlerimi, birinin ışığı yakmak isterken yanlışlıkla çaldığını düşündüm. Fakat bir daha çaldı kapı. Yavaşça kalktım yerimden, ağır ağır kapıya ilerledim. Kim olduğunu bile sormadan açtım kapıyı. Öylece baktım kapıdakine hiçbir şey demeden.

   “ Ben geldim.”
   “ Hoş geldin ama sen kimsin?”
   “ Önemli mi?”
   “ Değil. Neden geldin?”
   “ Yalnızlığını bölmeye geldim.”

   Ayakkabılarını çıkarıp fırlattı kenara. Sanki kendi eviymiş gibi rahattı. Direk salona doğru ilerledi defalarca gelmiş gibi eve. Hemen gittim arkasından cebindeki sigarasını ve cep telefonunu çıkarıp sehpanın üzerine bıraktı. Sertçe oturdu koltuğa. Kim olduğu önemli değildi ama sigarasının olması iyiydi. Hiç sormadan paketinden bir sigara alıp yaktım. Hemen yanı başına oturdum. Yaslandım geriye, kapadım gözlerimi… Dudaklarımda hissettiğim sıcaklıkla açtım gözlerimi. Dudakları dudaklarımdaydı.
 
   “ Ne yapıyorsun?”
   “ Yalnızlığını bölüyorum.”
   “ Neden?”
   “ İstemez misin?”
   “ İstemem…”
  
  Geri oturdu yerine. Etrafı süzdü bir süre. Sonra bana baktı. Gözlerimin tam içine. Çok güzel gözleri vardı. Elleriyle saçlarını geriye doğru taradı.

   “ Niye? Niye istemezsin?”
   “ İstemem işte. Alışmışken yalnızlığa, istemem gelip bölmeni, gidersin sen de bir gün. Gelip böldüğün yalnızlığıma terk eder gidersin beni.”
   “ Bir şans ver, belki ben gitmem?”
   “ Bir gün gidersin. Yarım kalır o zaman her şey. Şimdikinden daha ağır gelir yalnızlık. Beni alıştırırsın sana, sonra sensizlikte boğarsın beni. Yalnız uyandığım her günü zehir edersin bana. Alışırsam sıcaklığına, sen gidince üşürüm. O yüzden sen ne şimdi gel, ne de bir gün git.”

   Yavaşça kalktı yerinden. Cep telefonunu koydu cebine. Sigarayı da almak için eğildi. Vazgeçti sonra. “ Sigara kalsın” dedi. Odanın kapısına kadar ağır ağır ilerledi. Döndü bana baktı. Çıktı odadan. Kapının kapandığını duyunca anladım gittiğini. Yaslandım geriye kapadım gözlerimi. Yalnızlığımla kaldığım yerden devam ettim uyumaya.

                                                                                                          Yavuz Okumuş

4 Ekim 2012 Perşembe

Savaşa Hayır!!!

  3 Ekim 2012... Bir top düşer Akçakale'ye. 5 kişiyi canından eder, 9 kişiyi de yaralar. Peki kimdir bu mağdur insanlar? Halk.
 
  3 Ekim 2012... Top düştüğü yerde kalmaz. Türkiye ordusu angajman kuralları gereği bir kaç noktasını vurur Suriye'nin. Ölü ya da yaralı var mıdır bilinmez. Varsa kimdir mağdurları? Emirkulu Suriye askerleri.

  3 Ekim 2012... Akçakale'ye sadece top düşmez. Bir korku saplanır yüreklere. Kimlerin yüreklerine? Halkın.  Kimi memleketindeki kurulu düzenini bırakıp kaçmayı düşünür, kimi asker ocağındaki evladını.

  Bakıyorum bugün sosyal medyaya. Sınıra kilometrelerce uzakta, klavye efeliği yapanlar bağırıyor savaş istiyoruz diye. Çok oldular vuralım artık diye. Hadlerini bildirelim diyorlar. Peki niye geldik biz savaşın eşiğine? Halklar mı kavga etti, devlet başkanları mı? Kimlerin sorumsuzca, düşüncesizce hareketleri sonucu bu noktaya geldik. Peki kimler savaşacak masum halk mı, devlet başkanları mı? Kimler ölecek masum halk mı, 20 korumayla gezen devlet başkanları mı?

   Bugün hep bir ağızdan SAVAŞA HAYIR deme günüdür. Çünkü eğer hayır demezseniz; duman kokacak her yer, kanlar sızacak topraklara, göz pınarları kuruyacak anaların, küçücük bir çocuk ölecek elinde bez bebeği ile, sesler titreyecek, televizyonlar hep kötü haber verecek, her gün korkuyla uyanacak insanlar... Ve eninde sonunda olan sadece masum halklara olacak.




                                                                                           
Yavuz Okumuş

13 Eylül 2012 Perşembe

Diyalog/1

+ Sen de mi yalnızsın benim gibi?
- Hayır... Sen yalnız mısın ki?
+ Bilmem öyleyim heralde. Yalnız olmasam kendimi bu kadar dinlemeye vaktim olur muydu?
- İnsan bazen dinlemeli kendini.
+ Peki ya istemiyorsam... Kalabalıklarda saklayabilir miyim ki kendimi kendimden?
- Saklayamaz mısın?
+ Sen dinler misin kendini?
- Sık sık...
+ Mutlu musun peki?
- Çoook... Sen değil misin?
+ Mutlu muyum? Değilim sanırım.
- Niye?
+ Olmak istediğim yerde değilim.
- Nerede olmak istiyorsun ki?
+ Bilmem...
- Sen bilmezsen kim bilecek?
+ Bilmem...
- Peki neyi biliyorsun?
+ Mutsuz olduğumu.
- Hayatından memnun değil misin?
+ Değilim... Sen memnun musun?
- Çook...
+ Yapmak istediklerini yaptın mı hep?
- Pek çoğunu... Sen?
+ Hiçbirini...
- Niye bu kadar karamsarsın? Daha çok vaktin var.
+ Var mı?
Bir süre sessizlik oldu. Düşündüm. Bu saatten sonra yapabilir miyim istediklerimi diye. İçkimden bir yudum aldım ve devam ettim.
+ Var sanırım vaktim. Ama nerden başlamalıyım işe?
- En çok ne istiyorsan oradan başlamalısın.
+ Peki istemek yeterli mi?
- Çoğu zaman.
+ Senin her istediğin oldu mu hayatta?
- Olmadı.
+ Niye bu kadar mutlusun?
- Her istediğim için ayrı ayrı çaba gösterdim.
+ Ama hepsi olmadı...
- Çaba gösterdim. Elimden geleni yaptım. Sen çaba göstermediğin için yapamadıklarının sorumlusu sensin. Ama ben çaba gösterdiğim için yapamadıklarımın sorumlusu ben değilim.
+ Peki sen kimsin?
- Sanırım olmak istediğin kişiyim...
+ Olabilir miyim peki?
- Dediğim gibi daha çok vaktin var.
+ O zaman hadi içelim...

                                                                                                              Yavuz Okumuş

27 Ağustos 2012 Pazartesi

   Doğduğum günün üzerinden yıllar geçti. Doğdum ama yaşamadım. Yaşadıklarımı yazmak istedim ama yazamadım. Yazacak bişi bulamadım. Sonra farkettim ki ben hiç kendi hayatımı yaşamadım. Hep başkalarının hayatlarında yer aradım kendime. Başkalarının bişeyi oldum. Başkalarının aşkı, başkalarının oğlu, başkalarının arkadaşı, başkalarının dostu...

   Belirsizlikler içindeyim. Hani bazı rüyalar vardır. Her taraf sistir yolunu bulmaya çalışırsın. İşte o benim rüyam değil hayatım adeta. Hep düşündüm ama hiç bişi yapmadım. Yapabileceklerimden korktum ya da yapamayacaklarımdan...

   Çok insan tanıdım. Hiç birinde bulamadım aradığımı belki de bilmediğimden ne aradığımı... Düşündüm ne arıyorum diye sonra vazgeçtim düşünmekten. Çünkü düşünmekten de korktum... Kendimle yüzleşmekten korktum...

   Aşık olmak istedim. Mecnun gibi, Ferhat gibi ya da ne bileyim sevgililer gününde sevgilisine papatya koparan sıradan bir adam gibi. Olamadım. Ben ya kimseyi kendimden çok sevemedim ya da hiç bir zaman kendimi sevilecek kadar değerli görmedim.

   Hep planlar yaptım. Sonra tek tek çizdim üzerini. Gerçekleştirdiğim için değil o plandan vazgeçtiğim için. Hep kolay mı vazgeçiyorum bilemiyorum. Yaşamaktan da vazgeçebilecek miyim?

   Bir dünya mı kurmalıyım kendime amaçsız, kimsesiz? Vaz mı geçmeliyim beklemekten, beklentilerimden? Dedikleri gibi beklentiler sadece üzer mi?


                                                                                                                           Yavuz Okumuş
 
 


16 Ağustos 2012 Perşembe

Üç Film Birden

   İşten ayrılmış olmanın boşluğuyla kendimi iyice filmlere adadım son zamanlarda. Bulduğum en ufak boşlukta film izliyorum. Çok boktan filmlere denk geldiğim gibi çok güzel filmlere de denk geliyorum haliyle... Ama üç tanesi var ki beni benden aldı resmen.... Bunları sizinle paylaşmadan rahat uyuyamayacağım.


  THE HELP


   Film Amerika'nın güney eyaletlerinden Mississippi'de zamanında ırkçılığın ne boyutlarda olduğunu çok acımasızca gözler önüne seriyor. Hatta yeri geliyor sinirlerinizi çok bozuyor, faşizmin ne kadar mide bulandırıcı bir düşünce olduğunu adeta yüzünüze çarpıyor. Her ne kadar siyahi hizmetçilerin iş verenleriyle ilişkilerini anlatsa da içinde barındırdığı küçük ayrıntılarla da mesaj vermekten geri kalmıyor. Dram yönü ağır basmasına rağmen bazı sahnelerde sizi bir komedi filmi izlercesine kahkahaya boğabiliyor. Pek çok duyguyu size 2 saatlik bir sürede yaşatıyor kısacası. Hiç sıkılmadan bir solukta izleyebileceğiniz sıcak bir film arıyorsanız işte o The Help. Hiç durma izle derim... Aaa bir de unutmadan Emma Stone hayranları için bulunmaz bir film.


İNCENDİES


   Of ki ne of... Bir grup arkadaşla beraber daha bu gece izledik bu filmi. Sıcağı sıcağına yazıyorum ki hala etkisindeyim. Bir annenin vasiyeti üzerine hayatındaki bilinmeyen gerçeklerin ortaya çıkışını anlatan sinir bozucu güzellikte bir film bu. İnsanın psikolojisini 2 saat gibi bir sürede yerle bir edebiliyor. Ağır ilerleyen filmlerden çekinmeyenlerin kesinlikle kaçırmaması gerekiyor bu filmi. İnsanın içini acıtıyor bu film ve tıpkı filmde de olduğu gibi bir süre sessizliğe mahkum ediyor insanı... Efsaneler listesine aldım bile kendisini. Hayatında   yer edecek bir film arıyorsan o bu film olabilir.

PRAYERS FOR BOBBY


   Bayılırım bu tarz gerçek hikayelere hele ki bu filmdeki gibi kusursuz anlatıldıysa. Uzun zamandır izlenecek filmler listesinde bekleyen bu filmi izledikten sonra çok kızdım kendime "niye daha önce izlemedim?" diye. Gerek oyunculuklar, gerek gerçeklerden kopmama, gerek çekimler, gerek müziklerle eşsiz bir yapıt. Film hissettirmek istediği duyguyu adeta alıp kendi elleriyle yerleştiriyor kalbinize. Oğlunun eşcinsel olduğunu öğrenen annenin, kendisiyle, dindar yaşantısıyla, ailesiyle yaşadığı dramı ve kendisiyle yaşadığı çatışmayı anlatan bu filmi sıkılmadan izleyeceğinizin garantisini veriyorum size.

Bir başka Üç Film Birden'de görüşmek dileğiyle...

                                                                                                                               Yavuz Okumuş

7 Ağustos 2012 Salı

Toplum Eksi Ben

   Başkalarının ne düşündüğü hiç bir zaman önemli olmamıştır benim için. Ben ne düşünüyorsam, ne yapıyorsam doğrudur o. Şimdi tabi çok ukala gelebilir bu tavrım size. Gelsin, ukalayım zaten. Eleştirilmekten falan da korkmam çünkü eleştirileri de takmam. O giydiğimi beğenmemiş, yok şu oran eğri buran doğru demiş yok bu düşüncelerin çok saçma demiş hiç umrumda değil.

   Başkalarının ne düşündüğü üzerine hayatlarını kuranlar var çevremde. " elalem ne der?" lafı düşmüyor dillerinden. Hapsetmişler kendilerini topluma hepsi birer süper ego mağduru. Kendilerini beğendirmek, taktir edilmek, topluma uyum sağlamak en büyük amaçları. Toplum onların sahibi olmuş farkında değiller. Benliklerini kaybetmişler adeta.

   
   Benim en büyük korkumdur toplum hapsi. Topluma göre yaşamak. İşte bundandır benim kaçışım. O yüzden çok karışmıyorum etliye sütlüye. Karışmıyorum derken söyleyeceğimden geri kalmıyorum. Doğrularımı sonuna kadar savunuyorum elbette. Ama kimseyi kendi doğrularıma ikna etmeye çalışmıyorum. Niye ikna edeyim ki zaten? Herkes ben gibi düşünürse ne anlamı kalır çok sesliliğin, ne anlamı kalır benim düşüncelerimin.

    Vazgeçilmez arkadaşlarım yok mesela benim. Hoş, çok arkadaşım da yok. Olanlarsa benim kafadan zaten. Bir ilişki hiç bir zaman vazgeçilmez olmamıştır benim için. Sıkılmam bitmesi için yeterlidir mesela.

   İşte hayat hep bu seviyede basittir benim için. Doğ ve öl. Arada yaşadıkların, yaptıkların, yaptıklarının bıraktığı izler ve insanların senin için ne düşündüğü hiç önemli değil. Sonuç olarak dünyaya kazık çakabilmiş hiç kimse yok aranızda. Elindeki kısacık yaşamı da başkaları için harcama.

    Şimdi tabi nerden çıktı diyorsunuzdur bu yazı. Onu da şöyle kısaca özetliyeyim size. Bugün bir arkadaşımla  muhabbet sırasında söz döndü dolaştı toplum baskısına geldi. Kendisi olmak istediği kişi olamıyormuş çünkü çevresindeki insanların düşünceleri onun için çok önemliymiş. İşte ben de kendisine bu yazıyı yazdım. Bu yazı benden ona küçük bir hediye olsun.

    Yavuz Okumuş

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Biraz Hayvan Olur Musunuz?

   Bazen düşünüyorum da; hayvanlardan öğrenecek çok şeyimiz var bizim. Hani derler ya insan da bir hayvandır ancak onu hayvandan ayıran en büyük özellik düşünebilmesidir. Buna yanlış diyemem abi... Evet düşünüyoruz... Ama bizi hayvanlardan ayıran en büyük özellik düşünebilmemiz değil yanlış şeyler düşünmemiz. Aklımızı düşmanlığa, kötülüğe, sevgisizliğe kullanmamız.

   İnsan doğada sevmeyi bilmeyen tek canlı olabilir bence. O kadar sevgisiz ki, birbirimizi katlediyoruz. Yetmiyor! Hayvanları katlediyoruz. Yetmiyor! Bitkileri, doğayı katlediyoruz. Diyoruz ya hani doğa bir uyum içinde diye koca bir yalan. Ancak insanı çıkarırsan doğa bir uyum içine girecek. Şimdi ne bu insan nefreti dediğinizi duyar gibiyim. Haksızsınız... İnsanlardan nefret etmiyorum. Ama her koşulda her canlıyı sevebilen hayvanları, insanlardan daha çok seviyorum. Nedenlerini şöyle sıralarsak;

   1) Çünkü hayvanlar asla renk, tür, cins ayrımı yapmadan birbirini sevebiliyor... ırkçılık gibi biz insanlara mahsus duygular onlarda barınmıyor...

   2) Çünkü kendileri gibi olmayan hayvanlara karşı da her daim sevgili ve şevkatlidirler...












  3) Çünkü asla kendi lüksleri için doğayı katletmezler.... Her zaman doğa ile uyum içerisindedirler.


   4) Çünkü sizi sevdiklerinde dış görünüşünüz, malınız, mülkünüz, hayat şartlarınız onlar için hiç önemli değildir... Her şartta sizin yanınızdadırlar...

   5) Çünkü kendi lüks ihtiyaçları için hiç bir canlının derisini canlı canlı almazlar...



6) Çünkü hiçbir canlıyı köleleştirmezler... " İnsandan başka hiçbir canlının kölesi yoktur."

   Bunlar sebeplerden bazıları. Ama bunları görünce insan anlıyor ki hayvanlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Bu nedenle sizden ricam biraz hayvan olmanız...


Yavuz Okumuş

15 Temmuz 2012 Pazar

Ahmet Yıldız is my family...

             

    Ahmet Yıldız 15 Temmuz 2008 de cinayete kurban gitmişti. Dondurma almak için dışarı çıktığı bir gece göğsüne isabet eden 3 kurşunla öldürüldü Ahmet Yıldız. Onu öldürmekle yargılanan babası ise hala firari. Peki neden öldürüldü Ahmet Yıldız?
    Ahmet Yıldız başaralı bir öğrenciymiş. Dindar bir ailede büyümüş olması nedeniyle ailesine olan saygısı her zaman korumuş. Onların baskısı altında hep kendi olmaya çalışmış. Pozitifmiş, herkesi sevebilecek kadar yürekliymiş.  Miş'li cümleler kuruyorum hep. Çünkü Ahmet Yıldız'ı basından tanıdım ben... Bloglarda okudum, sözlüklerde öğrendim.

   Bir gün aşık olmuş Ahmet. Çok sevmiş birini. Neleri göze almış onun için. Ama farklıymış onun aşkı. Çünkü karşı cinsine değil hemcinsine aşıkmış. Sadece kendisini ve sevdiğini ilgilendiren bu durumu hazmedememiş kimileri. Kimileri diyorum da yabancı değil onlar da. Ahmet'i ailesi... Töre demiş ailesi namus demiş, ahlak demiş. Gelip öldürmüş Ahmet'i sanki öldürmek daha ahlaklıymış gibi gay olmaktan. İşte ben böyle tanıdım Ahmet Yıldız'ı. Haber başlıklarında gördüm " Türkiye'nin ilk eşcinsel namus cinayeti" diye.



    Şimdi düşünüyorum da ne kadar saldırganız bizden olmayanlara. Tahammül edemiyoruz. Töre, namus gibi değerler için ne kadar kolay harcayabiliyoruz bir insanı. Sanki töreler daha değerliymiş gibi bir insanın canından. 

    Ahmet Yıldız belki çok iyi bir öğrenci, çok iyi bir evlat, çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir abi, çok iyi bir insandı.Ama sadece gay olması bazı homofobikler için onu öldürmeye yeterli bir sebepti. Özellikle de ailesi için... Nasıl oluyor da töreler insanların evlatlarından daha değerli olabiliyor? Anlayabilen var mı?

   Bugün öldürülüşünün yıl dönümü ve hala bugün de en büyük temennimiz adaletin yerini bulması, katilinin ve buna sebep olanların yakalanabilmesi...

                                          AHMET IS MY FAMİLY...



Yavuz Okumuş

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Unutmadık!!!


Asım Bezirci
Asaf Koçak
Ahmet Özyurt
Asuman Sivri
Yasemin Sivri
Behçet Aysan
Belkıs Çakır
Carina Cuanna
Edibe Sulari
Erdal Ayrancı
Serpil Canik
Gülender Akça
Gülsüm Karababa
Handan Metin
Hasret Gültekin
Huriye Özkan
Yeşim Özkan
İnci Türk
Menekşe Kaya
Koray Kaya
Mehmet Atay
Serkan Doğan
Metin Altıok
Muammer Çiçek
Muhlis Akarsu
Muhibe Akarsu
Murat Gündüz
Nesimi Çimen
Nurcan Şahin
Özlem Şahin
Sait Metin
Sehergül Ateş
Uğur Kaynar
...


1 Temmuz 2012 Pazar

Çok Alışmıştık...

 
   Çok alışmıştık ona, terkedilmişliğin ağırlığı çöktü üzerime... 5 gece bizi yalnız bırakmayan adam bir anda çekip gidiverdi. Sezon  finali dedi. Ama aslında bu bir final değil yalnız gecelerin başlangıcıydı bizim için.
 
   Çok alışmıştık ona, onunla öğrenmeye... Hayatımız boyunca hiç düşünmeyeceğim konuları düşünmeye başlamıştık onunla. Çay, kedi gibi konuların bile ne kadar ilgimizi çekebileceğini gördük onunla.

   Çok alışmıştık ona, onun o kimi zaman sert, kimi zaman muzip, kimi zaman cesur üslubuna... Yalnızlığımızı gideriyorduk onu dinleyerek, onunla öğrenerek, onunla eğlenerek, onunla gülerek...

    Kendi eliyle çekip çıkardığı sıkıcı gecelere bırakarak gidiyor bizi... Ama giderken de yapıyor kıyağını... Şebnem Ferahla veda ediyor bize... Haliyle bu da unutulmaz kılıyor finali.
   
     Bu durumda yalnız kalmadığımız bütün geceler için Kraliyet Ailesine teşekkür ederek beklemek düşüyor bize. Verdiği aranın çabuk geçmesi dileğiyle hayatı sokaklarda yaşayarak bekliyoruz tekrar başlayacağı günü. Sonuçta ne diyor baba:" HAYAT SOKAKLARDA"...


Yavuz Okumuş

14 Haziran 2012 Perşembe

Bir Kap Su

 
  
    Malum yaz geldi... Artık sıcaklıkların 30 derecenin üstüne çıktığı günlerdeyiz. Su ihtiyacımızın arttığı, herkesin ter koktuğu, insanların koltuk altlarının ıslak gezdiği günlerdeyiz... Ama unutmamalıyız ki yaşadığımız bu dünyada yalnız değiliz. Dünyamızı paylaştığımız hayvanlarda bizlerle birlikte bu sıcak günlerde yoğun su ihtiyacı yaşamaktalar. Kışın yağmur kar sonucu oluşan birikintilerden su ihtiyacını karşılayan sokak hayvanları, kurak yaz döneminde bu kadar şanslı olamıyorlar. Bizlerden dostluklarını esirgemeyen sokak hayvanları için kapımızın, penceremizin önüne, balkona bir kap su koyarak su ihtiyaçlarını karşılayabiliriz. Günde sadece 5 dakikamızı ayırarak belki de bir sokak hayvanının hayatını kurtarabiliriz.



Yavuz Okumuş

4 Mayıs 2012 Cuma

Bir Ben Hikayesi

   Bizim ailenin aykırı çocuğuydum ben. Düşüncelerim, davranışlarım farklıydı hep onlardan. Ergenliğe bağlasalar da başlarda sonradan mücadele etmeye çalıştılar bu durumumla. Kardeşlerime yapmaları gerekenler söylenirken, bana hep yapmamam gerekenler söylendi. Haliyle ben de kendimi kanıtlama çabası içinde buldum kendimi. Kendimi kanıtladıkça özgürlük alanımın genişlediğini  fark ettim. Ben onlara kendimi kanıtladım, onlar yasakları kaldırdı. Bu ilişki bir süre böyle devam etti. Ta ki ben gerçek anlamda büyüyene kadar.
   Büyümek dediğim yaşadığım yıl sayısıyla ölçülen bir değer değil, olan olaylar tarafından beslenen bir süreç. Bu süreçte doğrularım kadar yanlışlarım da oldu elbette. Ancak sorumluluk sahibi olmayı ve yeri geldiğinde karar vermeyi bu süreçte öğrendim.
   Bu süreçte en çok babamla olan ilişkilerim zedelendi sanırım. O benim düşüncelerimi kabul etmek istemedi, bense onun hükmünü... O istediği gibi bir evlat yetiştirme derdindeydi bense ben olma derdinde. Şimdilerde sindirse de durumu hala eksik bir şeyler var aramızda farkındayım.
   Arkadaşlarım da türlü yaklaşımlarda bulundu bu durumuma. Yeri geldi alay konusu oldum birden fazla işte çalıştığım için, yeri geldi takdir edildim hem işi hem okulu bir arada götürebildiğim için.Zaten o dönemdeki arkadaşlarımdan beni yargılamayanlar kaldı geriye.
   İşte bu süreç geçtiğinde; artık bütün kararları kendim verir oldum. Kendi yasaklarımı kendim belirler, olanlardan sadece kendimi sorumlu tutar oldum. Tüm sorumluluk bende yani hep istediğim gibi. Artık aileme değil kendime hesap veriyorum. Yeri geldiğinde kendimi sorguya çekiyor, "Neden?" sorusunu kendime ben soruyorum...

 Yavuz Okumuş

13 Nisan 2012 Cuma

ZENNE - Dürüstlük Bazen Öldürür...

   Nasıl başlayacağımı bilemiyorum? Önce hangisinden başlamalı? Muhteşem oyunculuklardan mı? Ahmet Yıldız'ın hayatından esinlenilmiş etkileyici senaryosundan mı? Yoksa kullanılmış efektlerden ya da cesurca verdiği mesajlardan mı?
 
   3 yıl önce gay olduğu için babası tarafından öldürülen üniversite öğrencisi Ahmet Yıldız'ın hayat hikayesinden yola çıkılarak yapılan bir  film Zenne. Türkiye'deki eş cinsel gerçeğini, eş cinsellerin sorunlarını, aileleriyle yaşadıkları dramı zarif bir dille seyirciye aktarıyor bu film. zorlamadan, sıkmadan, aşırıya kaçmadan, rahatsız etmeden... Daha ilk dakikalardan içine çekiyor insanı önyargılarından sıyırarak... Film düşünülenin aksine yalnızca Ahmet Yıldız'ın trajik hayatını değil aynı zamanda devletle, askerlik kurumuyla, töreyle ve insan hayatından daha değerli görülen değerlerle bir hesaplaşma hikayesini anlatıyor bize.



  Filmin konusu; “Daniel, Türkiye'nin değer yargılarını çok tanımayan ve 1 yıllığına İstanbul'a gelen bir alman fotoğrafçı. Renklerini gizlemekten sakınmayan, ailesinden koşulsuz destekle koruma gören ve İstanbul'un dans klüplerinde zennelik yapan Can ve doğulu, muhafazakâr bir ailenin çocuğu olan Ahmet. Birbirleriyle dostluk, aşk ve anlayışla birarada yaşamayı başarabilen üçlünün karşısına çıkan töre, devlet ve muhafazakar aile değerleri...” olarak özetlenebilir...

   Kısaca özetlemek gerekirse; önyargılarınızdan sıyrılıp bu filmi izlediğinizde sizi nasıl içine çektiğine, hikayenin yüreğinize nasıl dokuntuğuna, karakterin ne kadar gerçekçi olduğuna sizler de şahit olacaksınız. Başarılı oyunculuklarla, ışıklarla desteklenen bu filmin ne kadar muhteşem olduğunu sizler de göreceksiniz.




     ( Ahmet Yıldız)

Yavuz Okumuş

4 Nisan 2012 Çarşamba

Okan Bayülgen

 "Ay Okan'ı hiç sevmiyorum çünkü çok ukala!" diyenlere inat ben ukala olduğu için seviyorum bu adamı. Açık sözlü olduğu ve kendi tabularını çok çok çok önceden yıktığı için seviyorum. Belediye başkanına "bizim ne zaman gay belediye başkanımız olacak?" diye sorabildiği için seviyorum.
 Kendi adıma konuşmalıyım ki Okan Bayülgen beni televizyona bağlayan bir bağ haline gelmiştir artık. Bu kadar aptal saptal programlar varken gerçekten bilinçli yayınlar yaptığı için adeta televizyonun fatihi olmuştur gözümde... Uykusuzluk ve işe geç kalma sebebidir benim için. "Bir insan neler yapabilir? kendisini ne kadar geliştirebilir?" bize çok güzel gösteren kişiliktir. Kıskanmamak, imrenmemek mümkün değil. Zaten sevmeyenlerin de sebebini bir yerde buna bağlıyorum. Gerçi zaten bu ülkede işini iyi yapan ve insanları düşenmeye sevkeden kişiler pek sevilemiyor.

  Ergenliğimden beri adeta alışkanlık oldu kendisi bende. sigara gibi, uyumak gibi ya da aileden biri gibi. Adamla büyüdük resmen. Ailelerimizi uyutup izledik onu. gizli gizli, saklı saklı... Bu sebeptendir ki kaybetmeye korktuğum insanlar listesindedir Okan Bayülgen.
   Aslında bu yazıyı yazma amacım sevenlere ya da sevmeyenlere Okan Bayülgen!i anlatmak değil. Zira onu anlatmak bu kadar kolay da değil. Zaten sıkıldım da yazmaktan. Neyse uzun lafın kısası: " gerçekten sen olduğun için, işini iyi yaptığın için, düşündüğün düşündürdüğün için, programlarında hem öğrendiğin hem de bize öğrettiğin için teşekkürler Okan Bayülgen."

Yavuz Okumuş

30 Mart 2012 Cuma

Üniversitelerin yeni adları...

Yeni yasayla Rize Üniversitesinin adı " Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi", Kayseri Üniversitesinin adı "Abdullah Gül Üniversitesi", Zonguldak Karaelmes Üniversitesinin adı " Bülent Ecevit Üniversitesi", Konya Üniversitesinin adı " Necmettin Erbakan Üniversitesi" şeklinde değiştiriliyor.

7 Mart 2012 Çarşamba

FETİH 1453

  Son zamanların en çok konuşulan filmi hakkında baktım ki ben hiç konuşmamışım. Sonra dedim ki benim neyim eksik? Yazayım bende bişiler.
  Öncelikle filmi eleştirirken Fatih Aksoy'un sinema geçmişini de göz önünde bulundurmayı ihmal etmeyeceğim. Malum Fatih Aksoy "çılgın dershane" ve "recep ivedik" filmlerinden sonra hepimizi şok ederek Fetih 1453 filmini çekmişti. Haliyle bu film hepimizde merak uyandırdı. Bende filme ilk gün gidenlerdenim. Bende uyandırdığı merakı siz düşünün artık. Ama avantajım şu olduk ki; " Fatih Aksoy göz önünde bulundurarak beklentilerimi olabildiğince düşük tuttum". dolayısıyla düşük beklenti karşısında böyle bir yapımla karşılaşınca insanın bi taktir edesi geliyor.
  14:53 gibi bir saatte ilk sunumunu yapan filmin afişini kesinlikle çok beğendim. Hatta beni filme sürükleyen en büyük etken diyebilirim.
  Filmde gözüme batan en büyük eksik senaryoydu sanırım. (ki en temel eksik). 165 dakika olan filmde türkiye şartlarının üstünde efektler kullanılmış ama elinde adam akıllı bir senaryo olmayınca onlar da çok anlamsız kalmış. Senaryoda eksiklik olduğu kadar gereksiz sahne de çoktu. yani sanki işin biraz kolayına kaçılmıştı.
  İnsanlar genel olarak oyunluğun vasat olduğunu söylemişler ama ben çok da öyle düşünmüyorum. ya ben oyuncudan anlamıyorum ya da bu insanlar çok şey biliyor.
  İzlerken olduğu gibi yazarken de sıkıldım ve kısa geçiyorum. Türkiye de türünün tek örneği olması açısından destekliyorum bu filmi ve sonrasında çekilecek olan filmleri.

Yavuz Okumuş

23 Şubat 2012 Perşembe

Aşık Veysel böyle yazmış:



bu alemi gören sensin
yok gözünde perde senin
haksıza yol veren sensin
yok mu suçun burda senin

kainatı sen yarattın
her şeyi yoktan var ettin
beni çıplak dışar'attın
cömertliğin nerde senin

evli misin ergen misin
eşin yoktur bir sen misin
çarkı sema nur sen misin
bu balkıyan nur da senin

kilisede despot keşiş
isa allah'ın oğlu demiş
meryem ana neyin imiş
bu işin var bir de senin.

kimden korktun da gizlendin
çok aradın, çok izlendin.
göster yüzünü çok nazlandın
yüzün mahrem ferde senin

binbir ismin bir cismin var
oğlun, kızın ne hısmın var
her bir irenkte resmin var
nerde baksam orda senin

türlü türlü dillerin var
ne acaip hallerin var
ne karanlık yolların var
sırat köprün nerde senin

ademi sürdün bakmadın
cennette de bırakmadın
şeytanı niçin yakmadın
cehennemin var da senin

veysel neden aklın ermez
uzun kısa dilin durmaz
eller tutmaz gözler görmez
bu acaip sır da senin

9 Şubat 2012 Perşembe

Çok şey olmak istedim hayatta, çok oldum sonunda!


   Çok şey olmak istedim hayatta, çok oldum sonunda. Çok iyi bir matematikçi olmak istedim mesela. Çok iyi resim çizmek, çok iyi yemek yapmak istedim. Mesela iyi bir yönetmen ya da iyi bir oyuncu olmak istedim.
 
   Her yeri görmek, her yeri gezmek, herkesi tanımak istedim. Dokunduğum hayatlarda iz bırakmak istedim. Yıllar sonra tebessümle hatırlanacak bir arkadaş belki de hayatınızdan asla çıkarmak istemeyeceğiniz bir dost olmak istedim.
   
  Çok iyi bir evlat olmak istedim mesela. Ailesine hep gurur veren bir evlat. Çok iyi bir abi olmak istedim. İhtiyaç duyduğunuz her an da başınızı omzuna yaslayabileceğiniz bir abi.

   Bütün çabam bundandı sanırım. Bulduğum, keşfettiğim her farklılığa balıklama atlamam da. Çok büyük işler başarmak istedim hep. Aslında şöyle bir bakınca hepsinde tek bir ortak nokta görüyorum. Sanırım ben çok başarılı olmak istedim. Taktir edilmek, taklit edilmek istedim. Olabildim? Hayır. 

                                                                                                                       Yavuz Okumuş.